ALLAH YOLUNDA İNFAK

İNFAK İLE İLGİLİ AYETLER
  •   Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Bakara Suresi, 3)

  •   “Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için şerefli bir mükâfat da versin.” (Hadid Suresi 11)

  •   Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara Suresi, 195)

  •   Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)

  •   Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafirler... Onlar zulmedenlerdir. (Bakara Suresi, 254)

  •   Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

  •   Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 262)

  •   Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki, ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 265)

  •   Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)


  •   Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Ali İmran Suresi, 92)

  •   Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Ali İmran Suresi, 134)

  •   Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)

  •   Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 99)
  •   Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)

  •   De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe Suresi, 39)

  •   Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münafikun Suresi, 10)


İNFAK İLE İLGİLİ HADİSLER

  •   "Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." (Müslim)


  •   Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.''

(Cami'u's-Sagir)

  •   "Sizden kim, bir yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın'' buyurmuştur.''

(Buhari)

  •   Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "Bir dirhem yüz bin dirhemi geçti."
"Nasıl olur bu?" dediler.
"Bir adamın iki dirhemi vardı; onun en güzelini tasadduk etti. Adam malını arz etme-ye gitti ve ondan yüzbin dirhem kazandı ve onun tümünü tasadduk etti." [Nesâî][101]


  • Alî radiyallahu anh'dan:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e üç grup geldi. Biri: "Benim yüz dinarım vardı, onunu tasadduk ettim" dedi. Öbürü: "Benim on dinarım vardı, birini tasadduk ettim" dedi. Diğer üçüncüsü de: "Benim tek bir dinarım vardı onun onda birini tasadduk ettim" dedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Hepiniz ecirde eşitsi¬niz. Çünkü her biriniz malının onda birini sa¬daka olarak vermiştir."
[Bezzâr.][102]


  •  Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Kulların sabaha kavuştuğu hiçbir gün yoktur ki, iki melek inip biri: «Allahım! İnfak eden kimsenin infak ettiği malın yerine daha iyisini ver!» Öbürü: «Allahım! İnfak etmeyip elinde tutanın (cimrinin) malına telef ver!» demesinler." [Buhârî ve Müslim][107]


  •   Enes radiyallahu anh'dan:
  • Ebû Talha, Medine'de en çok hurmalığı olan bir kişi idi. En çok sevdiği de Beyruhâ adındaki bahçesi idi. Mescidin karşısında bu­lunuyordu, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem oraya girip tatlı suyundan kana kana içerdi. "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz" me­alindeki âyet (Âl-i İmrân 92) nazil olunca, Ebû Talha şöyle dedi:


  •   "Ey Allah'ın Resulü! Allah: «Siz sevdiği­niz şeylerden harcayıncaya kadar gerçek iyili­ğe asla erişemezsiniz» buyuruyor. Benim ise en kıymetli ve sevimli malım Beyruhâ'dır. Bu, Allah için bir sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve onun Allah katında bir âhiret azığı olması­nı umuyorum. İstediğin ve münasip gördüğün yere onu da katıver." Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem cevaben şöyle dedi: "Ne hoş! İşte gerçekten kazançlı olan mal budur. Senin söylediklerini duydum. Bu bahçeyi yakınların arasında paylaştırmanı uygun buluyorum." Bunun üzerine Ebû Talha şöyle dedi: "Tavsi­yeni yaparım, ey Allah'ın Resulü!" Sonra da o bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında bölüştürdü. [Altı hadis imamı.][136]


 İNFAK NEDİR ?

İnfak kelimesinin aslı; ‘ne-fe-ka’ fiilidir. Bu da tükenmek, azalmak, elden çıkmak anlamlarına gelse de daha çok malın elden çıkarılması, harcanması ve sarf edilmesi anlamında kullanılmaktadır. İnfak daha özel bir mana ile malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini bir yolda harcamak, tüketmek demektir. Bu gerek hayra, gerek şerre harcamak olsun.
Dinî ve ahlâkî bir terim olarak ‘infak’ genellikle; Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, ihtiyaç sahiplerine her türlü yardımda bulunması şeklinde anlaşılmıştır. Allah yolunda yapılan bütün harcamalar… Bu harcamalar, mal, zaman, mesai, maddî ve manevî değeri olan her şeydir.

 İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Verilen her nimeti, O’nun yolunda, O’nun davası uğrunda harcamak ve sarf etmektir. İnfak, her ne kadar ferdî bir ibadet, kişisel bir sorumluluk olsa da, onun hedefi ve sonucu açısından İslam’ın gelişmesinde ve hâkimiyetinde önemli bir rolü vardır.

Namaz ve oruç, bireysel ve kişisel gelişme ve yükselişe; infak ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü huylardan arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan arınmaya, toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine, gelişmesine hizmet eder. Bakara sûresinin girişinde (2/3) Kur'ân'ın hidâyet vereceği muttakîlerin özellikleri anlatılırken imandan sonra iki amele vurgu yapılır: Namaz ve Allah'ın verdiği rızıktan infak. Namaz, kişinin Allah'a karşı görevlerini belirten bir baş örnek, infak da topluma karşı vazifelerinin simgesidir. İnfak, toplumsal ibâdettir.

Ümmetin kurtuluşunu istemek ve bu uğurda hem vaktini hem malını harcamaktır infak. İslami hareketlerin güçlenmesi için mali yönden ihtiyacından fazlasını adamaktır infak….
“Malını veremeyenler, ümmetin gerçekten kurtuluşunu istiyor sayılamazlar.”( Alparslan Kuytul Hocaefendi)



İNFAKIN FAYDALARI

Mü'min, Allah yolunda dağıtmanın bir görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir. İnfak ile Müslüman, her çeşit malı ve nimetleri, asıl kaynağı olan Allah'a nisbet eder. İnfakın emredildiği âyetlerde geçen "Onlara rızık olarak verdiklerimizden..." (2/Bakara, 3) ifadesi mü'minin  özel mülk ve gerçek mâlik anlayışını düzenler. Böylece infak eylemi, dağıttığı şeylerin kendi özel malı olmadığını, kendi özel mülkiyetinden tasarrufta bulunmadığını hatırlatarak onun bağış bencilliğini kırar.
İnfak, paranın, mal ve mülkün gerçek sahibini hatırlatır ve kişinin emânet ve imtihan bilincini güçlendirir. Mü'min, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad eder. Mülk Allah'ın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, mü'min için en makul bir olay olarak değerlendirilir.

İnfak, zekât ve her türlü cömertlik, kişiyi maddeperestlikten korur; kalpteki dünya sevgisine karşı bir ilâç olur. İnfak, insanı özgürlüğe kavuşturur; mala bağlanmak, ona boyun eğerek esir olmak ve paraya tapmak zilletinden kurtarıp hürriyete eriştirir. Allah'tan başkasına kulluğu sonuçlandıran paraya tapmak gibi öldürücü zehirden Peygamberimiz şöyle sakındırır: "Altın ile gümüşe (paraya) tapanlarla kadifeye (lüks yaşayışa) tapanlar helâk olmuştur." (Buhârî, Kitabü'lCihad; İbn Mâce, K. Zühd). Burada kadifeden maksat, giyim-kuşam ve evlerin tefrişindeki/döşemesindeki aşırılıktır.


İnfak, isrâf ve lüks gibi şeytanî eğilimleri azaltır. İnfak kalbin katılaşmasını önler; kalbe sevinç, mutluluk ve huzur verir. İnfak insanlara şefkat ve merhameti arttırır, dost kazanmaya sebep olur. İnfak, insanı bir şeye muhtaç olup onsuz olamama tiryakiliğinden kurtarır; Allah'tan başkasına ihtiyaç duymama faziletine yükseltir. İnfak, insanların sevgi ve muhabbetini kazandırır. Zenginle fakir arasında kin, nefret ve kıskançlığı gidererek, birbirlerine sevgi bağı oluşturur.


 Allah için infak, malı ebedîleştirir; yok olmayacak cennet nimetlerine dönüştürür. Yatırımı en kârlı yere ve kaybolmayacak şeye yapmak, en kârlı ticarettir. Kur'ân-ı Kerim, "ticâret" kavramını, bildiğimiz alışveriş anlamında kullandığı gibi, aynı zamanda Allah'la yapılacak mânevî ticâret için de kullanır. Allah Teâlâ, zâten kendisinin verdiği, dilediği zaman dilediği şekilde alabileceği emâneti olan mal ve mülkü (3/Âl-i İmrân, 26), nefsi/canı Cennet karşılığında mü'min kullarından satın almak ister. Bu ticâret, hem insanın Allah'la ilişkisi yönüyle çok büyük şeref, hem de büyük bir ihsandır; çok kârlı bir ticârettir.    


İnfak, kapitalizmin bencilliğinden, komünizmin zulmünden sakındırır. Allah için yapılan infak; kapitalizme, sömürüye, fakirin daha fakirleşeceği düzenlere son verir, komünizm ve sosyalizme giden yolu tıkar.


 İnfak ve zekât, sosyal dayanışma ve sosyal güvenlik sigortasıdır. İnfakla, sosyal çatışma problemlerine giden yol tıkanacaktır. İnfakla, evlenmeye güç yetiremeyen bekârların evlendirilerek fuhuş ve cinsel ahlâksızlığın önü tıkanacaktır.


 İnfakla, fakirlik ve işsizlik problemi en aza indirilecek, günümüzde olduğu gibi geçim derdi problemlerin ilk sırasını almayacaktır. İnfakla, iktisâdî hayat canlanacak, aynı şekilde toplumun rûhî, mânevî değerleri de yeniden ihyâ edilecektir. 


 İnfak sâyesinde insan, yarınım ne olacak kaygısını taşımayacak, ihtiyarlığı ve muhtaç olacağı zaman için para biriktirme mecbûriyeti bile hissetmeyecektir. İnfakla, doğal âfetlerin (deprem, sel, salgın hastalık vb.) açtığı yaralar sarılacaktır. Bakıma muhtaç insanların huzur içinde hayatlarını geçirmeleri sağlanacaktır.


İnfakta İslâm'ı yaymak ve kelimetullah'ı yüceltmek vardır. İnfak açısından unutulmaması gereken bir husus şudur: İnsanların midesini doyurmaktan daha önemlisi; onların gönüllerini imanla, zihinlerini ilimle doyurmaya çalışmaktır. Bu da infakı cihad ve ilim hedefine çevirmekle olur. İslâm'ın toplum plânında yayılıp hâkim olması için cihad dediğimiz fedâkârlık şarttır. Zengin, malı ile bu cihada katılmak zorundadır. İster yakın çevrede, ister ülke içinde, isterse tüm dünyada İslâm'ın kitlelere ulaştırılması için, fitne ve zulmün kaldırılmaya çalışılarak tüm beşerî zulüm düzenlerinin insanları perişan etmesine karşı Allah için yapılacak maddî fedâkârlık, önemli bir cihad aracıdır. İnfak İslâm'ı insanlara ulaştırma ve sevdirme aracıdır. O yüzden zekât verilecek sınıflardan biri Allah yolunda cihad edenler, biri de kalpleri İslâm'a ısındırılacak müellefei kulûbdur (9/Tevbe, 60).  



 İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise infak köprüsü kurarak dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimizin hevâsı veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat, veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Bunlardan birini seçmemiz gerekiyor. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah'tan yana yapanlara selâm olsun!         



PEYGAMBERİMİZ DÖNEMİNDE İNFAK MÜESSESİ


Mekke’nin çileli yıllarında Peygamberimizin ve ashabının Allah yolundaki fedakârlıkları, son derece önem arz etmektedir. Bilal gibi iman etmiş kölelerin hürriyetine kavuşmaları Allah yolunda infak etmenin, meyvelerindendir. Diğer taraftan Medine yılları da İslam tarihine infak anlayışının zirvesi olarak geçmiştir. Ensar’ın Muhacir’e olan infakı, aralarındaki kardeşliği pekiştirirken aynı zamanda İslam medeniyetinin yardımlaşma ahlâkını da ortaya koyan bir unsurdur. Çünkü her ne kadar Medine’ye hicretten sonra işkence ve zulümler kısmen bitmişse de Müslümanların maddî ve manevî olarak büyük sıkıntılar çekmeye devam ettiği bir hakikattir. Bu sıkıntıların üstesinden gelebilmek ise; Allah yolunda verilecek infaklarla mümkündür.

Davaları yolunda Talha bin Übeydullah’ın, Zi’l-Karâde Savaşı’nda Müslümanların susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü’minlere vakfetmesi, Evs ve Hazrec kabilelerinin en ileri gelenlerinden olan Sa’d bin Ubâde ve Sa’d bin Mu’âz’ın İslam’a mallarıyla ve canlarıyla hizmet etmesi, Zeynep binti Cahş’ın günlerce deri tabaklayıp dikerek ve de ip bükerek ördüklerini Allah yolunda infak etmesi, Yermük’te üç sahabenin şehit olurken ellerindeki suyu kardeşlerine ikram edişleri, sahabenin hayırdaki yarışlarını sergilemektedir.
     

MÜSLÜMANLARIN İNFAKTA YARIŞI


“Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler… Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmran 133-134)

İslâm, “iyilik ve takva hususunda yarışmayı” prensip edinmiş fertlerden oluşan bir toplum kurmayı hedeflemektedir. İman ve ihlâsa dayanan bu yarış içerisinde Allah Azze ve Celle yolunda malların ve canların feda edilmesi de yer almaktadır. Adına ‘infak’ dediğimiz bu fedakârlık duygusu, İslam’ın ilk yıllarından itibaren kendini göstermiş ve Kur’an’la beslenen Sahabe-i Kiram Efendilerimiz bu yarışta en önde yerlerini almışlardır.
“Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için şerefli bir mükâfat da versin.” (Hadid Suresi 11)


Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tebliği ile beraber ‘infak’ müessesesinin de başladığı bilinmektedir. Davaya engel olmak isteyen Mekke müşrikleri, Efendimize ve ashabına her türlü baskı, tehdit ve işkence uyguluyor ve onların bir araya gelmesini engellemek istiyorlardı. İşte böyle bir dönemde çocuk denecek bir yaşta olan Erkam b. Ebi’l Erkam, evini Müslümanlara ve İslam’a açarak İslam’ın yayılmasında önemli bir vazife üstlendi. İki yılı aşan bir sürede her türlü riski göze alarak Allah Azze ve Celle yolunda infak edilen bu mekânın adı ‘Dar’ul Erkam’ olarak tarihe geçti. Kimi malını infak ediyordu, kimi evini infak ediyordu….


Efendimiz,Peygamberlerin ümmeti içerisinden her zaman Allah’ın dini uğrunda fedakârlıkta bulunanların var olacağını bizlere şu hadisi ile haber vermiştir: “Yeryüzünde kıyamete kadar hakkı ayakta tutacak bir topluluk hep var olacaktır.” (Buhari, Müslim)
Bu fedakâr topluluğun vesilesiyle yeryüzünde Allah’ın muradı gerçekleşmiş, aynı zamanda sözlerindeki sadakatleri ile ötekilerden ayrılarak Rıza-ı İlahi’ye ulaşmış ve yeryüzünün varisleri olmuşlardır. Çünkü hedefe ulaşmak ve galip gelmek ancak davaları için her şeylerini feda edenlerin hakkıdır. İnfak ise bir nehrin büyük bir araziyi sulayıp yeşertmesi gibi, davanın gönüllerde ve yeryüzünde kök salıp yeşermesini sağlar. Malın ve canın Allah’a adanışı ile dava, güç ve kuvvete kavuşacaktır. Çünkü ümmetin görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi ancak büyük bir kuvvete ulaşmakla mümkündür.


Kur’an-ı Kerim; ‘Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın”( Bakara Suresi 254)  buyuruyor.
 Efendimiz de “İnfâk et, malı sayıp durma, Allah da sana karşı nimetini sayıp esirger. Paranı saklama, Allah da senden nimetlerini saklar” (Buhârî, Zekât, 21; Müslim, Zekât, 88) buyurarak Allah yolunda infak etmeye teşvik etmektedir.


Tebük Seferi’nde ashabın infak konusunda yarıştığını görüyoruz.. Hz. Peygamber savaş için hazırlık yapılmasını emrettiğinde hasat zamanı idi ve insanların sıcaklardan gölgeliklere sığındıkları bir zamandı. O yüzden savaşa çıkma konusunda bazı isteksizlikler vardı. Oysa şartların olumsuzluğu bir yana, sefere çıkılan düşman da o zamanın süper gücü sayılan Bizans’tı. Olumsuz unsurlar ve düşmanın kuvveti bu seferi “güç ve zor bir sefer” haline getirmiş, bu yüzden de bu sefere “Gazvetü’l Usre (zorluk gazâsı)” adı verilmiş, bu sefere katılan orduya da “Ceyşü’l-Usre (Güçlük ordusu)” denilmişti.


Ama bütün olumsuz şartlara rağmen İslâm toplumu “Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe Suresi 41)  ayetiyle beraber bir coşku, iştiyak ve Efendimiz’in de teşvikleriyle bir yarışın içerisine girmişti. Hz. Ömer malının yarısını infak etmiş, Hz. Ebû Bekir ise; ailesine Allah ve Rasulunü bırakarak malının tamamını vermişti. Aynı şekilde Abdurrahman b. Avf da sermayesinin yarısı kadarını vermiş; Hz. Osman ordunun teçhizinde en büyük yardımı yapmıştı. Üç yüz deve, yüz at bağışlayarak, ayrıca birer altın sarfı ile on bin askeri teçhiz ederek, su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine kadar sağlanmadık ihtiyaçlarını bırakmadı. (-İbn İshak, Ibn Hisam, es-Sîre, IV)
Bu davet üzerine sadece zengin olanlar değil, maddî durumları zayıf olan sahabeler de kendi imkânları nispetinde infakta bulundular.




ASHABIN İNFAK KONUSUNDAKİ ANLAYIŞI VE İNFAK AYETLERİNE İMANI

Ayrıca Ashab-ı Kiram Allah yolunda infak etmekten geri durmanın ne büyük bir tehlike olduğunu da; “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın…” (Bakara Suresi 195)  ayetinden dolayı çok iyi anlamışlardı. Bu ayetin tefsirinde İbni Kesir, ibn Abbâs’tan şöyle nakleder: “Ayette konu edilen tehlike; savaştaki tehlike değil bilakis infak konusundadır. Allah yolunda infak etmekten kendini alıkoymak tehlikedir, öyleyse infaktan geri durarak, kendini kendi elinle tehlikeye atma…” demektedir.
Bu ayetin Allah yolunda infakı emrettiği açıktır. Özellikle savaş zamanlarında Müslümanları infaka teşvik ederken, infaktan geri durmanın ise helak ve felaket olduğunu haber vermektedir.


“İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama cimrilik eden ancak kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer siz haktan yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar.” (Muhammed Suresi 36-38) Hz. Peygamber: “Kim bugün bir sadaka verirse sadakası kıyamet günü Allah katında onun lehine şahitlikte bulunacaktır” buyurunca, fakir bir adam başına sardığı sarığı çıkarıp verdi, yoksul bir sahabe de güzel bir deve bağışladı. Fakir biri olan Ebû Ukayl, iki ölçek hurma karşılığında sabaha kadar su çekerek orduya bağışladı.


Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Her kim, Allah yolunda savaşacak olan bir askeri donatırsa, o da gaza etmişçesine sevap alır” buyurunca; ashabın kadınları savaşa fiilen katılmasalar da ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmadılar. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle anlatır: “Hz. Aişe’nin evinde Rasulullah’ın önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak bir takım kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabilecek bazı şeyler bulunuyordu. Öyle ki Peygamberin önüne yayılan örtü dolup taştı.” (Hayatus Sahabe M.Yusuf Kandehlevi Cilt 2 sayfa 757)


Rasulullah’ın tebliğiyle başlayan, Tebük Seferi ile zirveye ulaşan ve günümüze kadar devam eden bu infak anlayışı; Ümmet-i Muhammed açısından bir övünç kaynağıdır. Sahabenin bu takdire şayan cömertliği, Kuran ve Sünnet’in onları nebevî ahlâkla yoğurmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Onlar; infak etmekle malın eksilmeyeceğine, bilâkis ihlâsları oranında bereketleneceğine tam olarak iman etmişlerdi.


ALLAH İÇİN MALINI İSLAMİ HAREKETE FEDA EDENLERİN MALLARINA BEREKET GELMESİ


Efendimiz ve ashabı mallarını defalarca infak edip fakir duruma düşmelerine rağmen, Rabbimiz’in lütfuyla tekrar tekrar servet sahibi oldular. Daha da ötesi, Allah yolunda infak etmeleriyle sadece servet sahibi değil hem de zafer sahibi oldular. Onların ahiretteki mükâfatları ise bire yedi yüz…

40’TAN 1 ÇIKARSA RASYONEL MATEMATİĞE GÖRE 39, İMAN MATEMATİĞİNE GÖRE 400 KALIR. ZEKÂTI VERİLEN MALIN ARTIŞI, BUDANAN ÇUBUĞUN ÜZÜMÜNDEKİ ARTIŞA BENZER VE BUNA “BEREKET” ADI VERİLİR.

Mevlana’nın dediği gibi “Ekin eken, önce ambarı boşaltır, ama sonra hâsılâtı pek çok olur. Tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem eder.”


Nebevî terbiyeyle yetişen sahabe nesli, ganimet ve mallarla zenginleşmelerine rağmen, hiçbir zaman lüks ve saltanata meyletmeyerek ve mallarını, canlarını infak ederek İslam’ın galip gelmesi için çalıştılar ve Allah’ın yardımını hak ettiler. Allah da o fedakâr nesle yeryüzünün önderleri olma şerefini bahşetti. Öte yandan Allah yolunda mallarını ve canlarını verme cömertliğinde bulunmayanlara ise asla zaferi nasip etmedi. Tarih şahittir ki; her zaferin arka sahnesinde cephedekine benzer infak kahramanlıkları olmadan, cephelerde kahramanlıklar olamaz. Çünkü mallarını Allah yoluna feda edemeyen bir topluluk, nasıl olur da canlarını feda edebilir?
Kendi şahsî işleri ve nefsanî arzuları için en aşırı masrafı yapanlar, saçıp savuranlar, en lüks hayatı yaşayanlar; gençliklerini, vakitlerini, ömürlerini israfla tüketenler, nimetin hakkını vermeyenler; Kur’an’ın ifadesine göre nankör şeytana arkadaş olanlar; “Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz?”( -Hadîd Suresi 10)


Unutmayalım ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır. O bize, nimetlerini emanet olarak veriyor ki kendi davası uğrunda harcayalım. Bilesiniz ki, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyiliğe kavuşamazsınız!” (Al-i İmran Suresi 92)



İNSAN SEVDİĞİ UĞRUNDA HARCAMA YAPINCA MUTLU OLUR

İnsan sevdiğini dikkate alır, sevdiğine değer verir, sevdiğini önemser, sevdiği için sevdiği şeylerden fedakârlık yapar, ve sevdiği uğrunda harcama yapmayı sever.  İşte bizim Rabbimizle olan ilişkimiz de çoğu kez böyledir. Rabbini hakikaten seven için bu sevgi, O’nun uğrunda neleri feda ettirmez ki? O’nun uğrunda neleri verdirmez ki ? Bu bilinç ashapta olunca Allah yolunda mallarını infak ederken mutlu oluyorlardı. Çünkü seven, sevdiği uğrunda harcama yapınca mutlu olur.

Âhiret bizim gerçek evimiz ve geleceğimizdir. Bu dünyada bizler kalıcı değiliz. Âhirette bir çok zenginlik, orayı hak edenleri bekliyor. Sadece bu dünyanın gayrimenkullerine koşan ve sadece burayı isteyene oradaki zenginlikler verilmeyecektir. Âhiretin zenginlikleri dünyada yapılacak infaklar yoluyla ve Rahman’ın rızası ile alınabilir. Bu dünyada İslami hareket için malını ortaya koyanlara, Allah cennet nimetlerini ortaya koyacak.

 “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsini bencil tutkularından korursa işte onlar felah bulanlardır. Eğer Allah’a güzel bir borç verecek (infak edecek) olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur, Halîm’dir.” (Teğâbun, 16-17)


Allah (c.c.), infakı bizzat borç olarak kullarından istemektedir. “Allâh’a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allâh, bunu kendisi için kat kat arttırır. Onun için oldukça üstün ve onurlu (kerim) bir ecir vardır.” (Hadîd:11)

 İbn Mesud’un rivayet ettiğine göre Ebû Dehdah el-Ensari, Allâh’a güzel borç verme hakkındaki ayet nazil olduğunda Rasûlullâh’a: “Ya Rasûlallâh! Allâh bizden borç mu istiyor?” diye sordu. Rasûlullâh (s.a.v.): “Evet, ya Ebâ Dehdah, Allâh borç istiyor!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Dehdah, Efendimiz (s.a.v.)’den elini uzatmasını istedi ve O’nun elini alarak: “Ben bağımı Allâh’a borç (karz-ı hasen) olarak veriyorum!” dedi. İbn Mesud, Ebu Dehdah’nın bağında 600 hurma ağacı olduğunu ve onun bağı içindeki evinde, ailesiyle birlikte oturduğunu söyler. Bu infaktan, Allâh’a borç verme sözünden sonra Ebu Dehdah evine gelir ve hanımına: “Ey Dehdah’nın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben bu bağı Allâh’a borç verdim…” der. Hanımı da ona: “Ya Ebâ Dehdah! Çok kârlı bir alış veriş yaptın!” diye cevap verir. Daha sonra da eşyalarını ve çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar. (İbn Ebî Hatim)


Unutmamalıyız ki bize emanet olarak verilen bu beden, can ve mal, elimizde ebedî kalacak değildir. Muhakkak bir gün aniden hepsi ile vedalaşacağız ve her şey mülkün gerçek sahibi olan Allâh’a kalacak, yani ona dönecektir. Dolayısıyla şimdiden, yani hayatta iken bu emanetleri Allâh yolunda yerlerine teslim etmeliyiz ki ebedî mükâfata nâil olabilelim. Biz teslim etmesek bile asıl sahibi zaten dünyaya veda anında bizden her şeyi geriye teslim alacak. Ancak arada büyük bir fark olacak. Birinci şekilde, yâni infak ettiğimiz takdirde Allah (c.c.), bunu kendisine verilmiş bir borç olarak kabul buyuracak ve karşılığını kat kat ihsân eyleyecek. İkinci şekilde, yâni infak etmediğimizde ise elimize hiçbir şey geçmeyecek, mes’uliyetini yüklenmiş olacağız.

 Efendimiz (s.a.v.), ömrünü infaktan uzakta kalarak geçirenleri şöyle îkâz buyurur: “Âdemoğlu: ‘malım, malım…’ deyip duruyor… Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın var mı ki?” (Müslim, Zühd, 3,4; Tirmizî, Zühd, 34 )


 Para, madde, eşya insanı yöneten efendi olmuş; insana hizmet etmesi gereken bunlar, insanı kendisine kul köle yapmış. Çağdaş insan bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor, bunlar için âhiretini ve huzurunu mahvediyor. Sahabe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; şimdiki insan ise fani eşyada yarışıyor. Evine yaptığı yatırım kadar âhirete, cennet köşklerine yatırım yapamadan ölüp gidiyor.
İnsan neden cimrilik eder? Kimin mülkünde yaşıyoruz, kimin verdiği rızıkla rızıklanıyoruz ve neticede kimin malını kimden esirgiyoruz? Şüphesiz ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır. O bize nimetlerini emanet olarak veriyor. Kul bir emanetçi ve tasarruf memuru hükmündedir. Fakat tasarrufundan mes’ûl bir memur… Kula verilen nimetler birer imtihan vesilesidir. Allah bu malın tasarruf yetkisini şu an itibariyle bize vermiş olabilir; ancak, Allah insanoğluna bahşettiği bütün imkânları birer imtihan vesilesi olarak değerlendirdiği gibi, kul “şükür mü edecek, yoksa nankörlük mü edecek?” diyerek denemektedir.

İnfak edilmeyen her nimet dura dura bozulan, kokuşup kirlenen suya benzer. Şeyh Sâdî ne güzel söyler: “Para yığmakla, yükseleceğini sanma, duran su fenâ kokar. Bağışlamaya çalış, akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu kurutmaz.” Hz.Mevlânâ da bu gerçeği şöyle ifâde eder: “Ekin eken, önce ambarı boşaltır, ama sonra hâsılâtı pek çok olur. Tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem eder.”


  

CEMAATİMİZ VE İNFAKTA ÖRNEK OLAN KARDEŞLERİMİZ


Gücünü önce Haktan sonra halktan alan hareketimiz, yıllarca Müslümanların infakları ile hizmetlerini devam ettirmektedir.

Bizim bir davamız var. “Allahın dünyasında Allahın dediği olmalı” diyerek çıktık bu yola. Kimimiz kendini adadı bu davaya, kimimiz evladını adadı, kimimiz evini adadı, kimimiz ise malını adadı. Adakların en güzeline layık olan Rabbimiz Teala’ya her kardeşimiz bir şeylerini sundu….

“Yalnız malını değil aynı zamanda canını da vakfedeceksin. Allah’ım malımı vakfettim sana, Allah’ım çocuğumu vakfettim sana, Allah’ım ideallerimi vakfettim sana diyeceksin ve vereceksin” diyen fedakâr hocamızın sözlerinden etkilendik ve vakfettik canımızı-malımızı-zamanımızı-gençliğimizi…

“Cenneti kazanmak sürpriz yollarla olur. Hiç ummadığınız anda kazanabilirsiniz. 60 yıl namaz kılıp kazanamayabilirsiniz. Ama fedakârlık yaptığınız bir anda, bu hareketiniz Allah’ın hoşuna gider ve size cenneti bahşeder” diyen ve fedakârlığı ile bize örnek olan hocamızın sözlerini aklımızdan çıkarmadık ve her fedakârlığımızın Rabbimizin hoşuna gitmesini umduk…

 “Neyin varsa ortaya koy. Bu Pazar bir kez açılır herkes için… Bir daha açılmaz. Dünyaya bir defa geldiniz, bir daha gelmeyeceksiniz. Neyiniz varsa ortaya koyun. Bu pazarda kıymetsiz şeyler satılmıyor. Bu pazarda demir satılmıyor. Bu pazarda can satılıyor. Bu pazarda gençlik satılıyor. Bu pazarda siyah saçlar satılıyor. Bu pazarda neyin kıymetli ise o şeyler satılıyor” diyen hocamızın izinden gitmeye niyetlendik… Siyah saçlarımızı onun gibi bu davada ağartmayı şiar edindik…. Gençliğimizi, canımızı, malımızı bu yola infak etmeye niyetlendik.


Biliyoruz ki; ümmetin görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi ancak büyük bir kuvvete ulaşmakla mümkündür. Bu ümmetin bu güce ulaşması için, gece-gündüz faaliyet yapmak ve ümmete öncülük edecek nesilleri yetiştirmek gerekir. Bu davada manevi destek kadar, maddi desteğe de ihtiyaç vardır. Bu davada bir halı, bir kilim, bir rahlenin dahi maliyetini üstlenecek Müslümanlara da ihtiyaç vardır.

Ümmetin kurtuluşu için çalışacak olan bu öncü neslin maddi ihtiyaçlarını karşılamak aynı zamanda bir sadaka-i cariyedir. Yani kalıcı hizmettir. Halılar üzerinde eğitim görüldükçe halıyı vakfedene, rahleler üzerine ilim almak için dirsekler değdikçe bunları vakfedene ecir yazılacaktır. İslami hizmete bu şekilde maddi destekte bulunanları Rasulullah şu hadis ile müjdelemektedir :

“İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istiğfar edecek salih evlat.” [Müslim]

Bizler Allah için kulladığımız mekanlarda “Allahın adı hakim olsun” diye gece gündüz faaliyet yapıyor ve bir araya geliyoruz.  Bazen namazgahımız, bazen karargahımız, bazen eğitimhanemiz olan yerlere mescit gözüyle bakıyoruz ve hayrı dokunanlara Rasullullah’ın şu hadislerinin müjde olmasını umuyoruz :

 “Kim Allah’ın rızasını talep ederek bir mescit inşa ederse, Allah ona cennette bir ev inşa eder.”
 “Kim Allah’a ibadet edilmesi için bir mescit yaparsa, Allah ta o kimse için cennette ondan daha genişini bina eder.”
 “Kim helal mal ile içinde Allah’a ibadet olunacak bir ev yaparsa, Allah ta o kimse için inci ve yakuttan süslemeleri bulunan bir ev yapar.”

Bu şuur ile yıllardır yardımını esirgemeyen kardeşlerimiz oldu. Hem malı ile hem de canı ile destek olanlar oldu.

Yılda bir defa düzenlediğimiz infak toplantılarımızda çok güzel fedakarlıklara şahit olduk.. Bazen kendi ihtiyacı olduğu halde “yeter ki öncü bir nesil yetişsin” şuuru ile kendi ihtiyacı olan şeyi adayanlar oldu. Onlardan bir kaçını paylaşmak istiyoruz.

  • ·         “Medresemizde elektrikli süpürgemiz arızalanmıştı. Biz de bazı arkadaşlarımızdan infak istedik  ve bir hanım gönderdi .Henüz kutusu açılmamış yeni bir süpürge idi. Sonra öğrendik ki bize gönderen bayanın kendi evinde de süpürgesi yokmuş. Alamamış yıllarca...İlk kez bir süpürgesi olmuş, onu da kutusunu açmadan bize göndermiş. Ben bunu öğrenince kabul etmek istemedim. O da "yıllarca elimle süpürdüm, elim aşınmadı bundan sonra da aşınmaz “ dedi ve almamız için ısrar etti. Allah razı olsun.” (Medresemizden Bir Hocamız)


  • ·         “Kendisine yardım ettigimiz Suriyeli bir kardes ailemiz vardı. Evin hanımı her hafta annemle sohbete geliyordu . Sohbetteki hoca “haftaya infak toplantımız var, hepiniz gelin” deyince o da gelmişti. Konuşulanları anlamamış, sohbeti anlamamış, hocayı anlamamış. Ama anlaması gereken en önemli şeyi anlamıştı. Herkes aşk ile bir miktar söylerken, kendi de parmak kaldırmış ve “benden de 20 lira yazın demiş, az ama bir senede ancak bu kadar ödeyebilirim “ demiş  yarım türkçesi ile… Evet belki sohbette konuşulanları anlamadı, ama anlaması gereken en önemli şeyi anladı.”  (Rizeden Bir Kardeşimiz)


  • ·         “Bir kızımız infak toplantısını yaptığımızda nişanlıydı ve düğünü yakındı.O yüzden 1 bilezik söz verdi. Evlendi ve  İstanbul’a gitti. 1 ay sonra gelecekti. 24 günlük evliyken kaza geçirdi. Kaza geçirdiği sabah eşine “ben bir bilezik infak söz verdim” demiş ve  akşam kaza geçirdi. Aradan 12/13 gün geçti, eşi “hanımım infak olarak bilezik sözü vermiş” dedi bileziği gönderdi. Bu genç kızımız bileziğin elime geçtiği gün ruhunu teslim etti. O günü hiç unutmuyorum. O bileziği annesi avucuma bıraktı, avucum kor ateş gibi yandı.” (Diyarbakırdan bir kardeşimiz)



  • ·         “Mahalle grubumuzdan olan bir ablamızı ziyaret etmiştim. Ona infaktan bahsettim. İki gün sonra beni çağırması üzerine gittiğimde elime paraları koymuştu.  Şaşırdım ve  sordum bu parayı nereden temin ettiğini…. Çünkü durumları pek iyi değildi. Benim kendisine anlattıklarımı 80 yaşındaki babası ile paylaşmış. O da “bu ümmetin kurtuluşu için; bizden daha çok, bu yolun maddiyata ihtiyacı var” diyerek ertesi gün sırtında bir sepet ile akşama kadar yük taşımış, hamallık yapmış ve kazandığı bütün parayı bize gönderdi.” (Erzurumdan Bir Kardeşimiz)


  • ·         Defalarca ayağından ameliyat olmuş, aldığı özürlü maaşını infak veren arkadaşımız var.

  • ·         İnfak toplantısına gelip, düğününde takılan altınları avucuna doldurup, avucundan altınları taşarak gelen ve hepsini vakfeden genç bir arkadaşımız var.

  • ·         2 büyük bileziğine güzel kokular sürerek “Peygamberimiz güzel verin diyor, ben de böyle infakımı güzelleştirdim” diyen ablamız var.

  • ·         İnfak toplantısına ağır hastayken gelip, orada infakını “belki ölürüm” diye peşin veren teyzemiz vardı ve 1 ay sonra vefat etti.

  • ·         Bir kaç sene önceki toplantıda, belki 40-50 arkadaşımız alyansını vermişti.


·         Yazın 3 ay boyunca tarlada çalışıp tüm kazançlarını veren bir çok kardeşimiz var.

Bu misalleri duyunca böyle bir şuura sahip olan kardeşlerimizin varlığına hamdediyoruz. Bu fedakarlıklar rahmeti celbeder. Bir cemaatte ne kadar fedakar insan var ise; o cemaate Allah’ın yardımı o kadar gelir. Bizler hem mallarımızla hem canlarımızla bu davada “varız” diyoruz. İbrahim’in ateşine ağzında su taşıyan küçük karınca misali, ümmetin içinde bulunduğu koca yangına gücümüz nisbetince engel olmak istiyoruz…….
“Bu dava için kaybettiklerinize üzülmeyin. Çünkü bu dava her şeye değer. “ (Alparslan Kuytul Hocaefendi)



Yorumlar