BEŞERİ İDEOLOJİLER VE İSLAMIN GELECEĞİ






İdeoloji Nedir? 

“Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlardan bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar.
(En’am / 112)


Tarih boyunca insanların dikkatlerini celbeden bazı moda kavramlar hep var olmuştur. Hayat standartlarının değişmesi ve gelişmesi, teknik olanakların gösterdiği farklılıklar, siyasi yönelmeler ve inançlar insanoğlunu arayışlar peşinde koşturmuştur. Kâinattaki değişim insana da sirayet ederek, insanın bakış açısında olumlu ya da olumsuz değişimlere yol açmıştır. Dikkatlerden kaçmayan değişimlerden birisi de kavramlarla ilgilidir.
Madde veya manânın zihinde oluşturduğu anlamlar bütünü demek olan kavramlar, anlam ve amaçları bakımından çeşitli kategorilere ayrılırlar. Bunlar sosyolojik kavramlar, siyasî kavramlar, felsefî kavramlar, meslekî kavramlar ve ideolojik kavramlar gibi çeşitli kavramlardır. Biz önemine binaen “ideolojik kavramlar” üzerinde duracağız.


İdeoloji “belirli bir grup ya da organizasyonun ilgi ve menfaatlerini haklı bulan ve destekleyen ortak fikir ve inanışlarını, egemen grupların çıkarlarını haklı göstermeyi sağlayan, paylaşılan düşünce ya da inançlarını”2 ifade eder. İdeolojiler ise, belirli bir anlamda bir araya toplanmış ve çeşitli toplumsal grupların kendilerini ifade etmek için oluşturdukları fikirler kümesini dile getirir ki bu durumu “politik ideolojiler” olarak anlamakta fayda vardır.

İdeolojilere; “gerçekten uzaklaşma,” “gerçeklikten kopma,” “gerçekliği ıskalama,” bunun neticesi olarak “yanlış bilinç ve şuur” anlamlarını yükleyenler, ideolojileri olumlu bulanlardan hiç de az değildir. İdeolojileri olumsuz bulanlara göre ideolojiler siyasi aktörlerin halk yığınlarını peşinen ikna edebilme kabiliyet ve becerileri için uydurulmuş bir kılıftan ibarettir. Hatiplerin ve siyasi liderlerin tekrar ve telkin yöntemleriyle kitlelerin bilinçaltına işledikleri duygular, mekanik aletlere atılan programlara benzemektedir.


İSLAM BİR İDEOLOJİ MİDİR?

Kimilerinin ileri sürdüğü gibi İslam bir ideoloji midir? İdeoloji çeşitleri arasına yazılan İslam İdeoloji’si hakikaten var mıdır? Beşeri ideolojilere karşılık ilahî ideolojiler mevcut mudur?
İddia edilenin aksine İslam bir ideoloji değildir. İdeoloji kavramının ilk kullanılışından itibaren ilahî olandan farklı olmak amacı güdülmekte ve ilahî olana alternatif fikirler geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Oysa İslam tüm yönleriyle ilahî kaynaklıdır. Bu durumda İslam ideolojisinden bahsetmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Ayrıca ideolojiler fikir eksenli olduğundan yaşanmak zorunluluğu yoktur. İslam’a gelince o hem bir fikir ve düşünce hem de yaşanması zorunlu bir hayat tarzıdır. İslam kalplere hapsedilecek bir niyetten öte, dışa vuran amellerdir.
Öte yandan ideolojiler dar ve tek yönlü fikir ve düşünce sistemleridir. Çoğu kez aynı ideoloji kendi arasında çelişkiler yaşamaktadır. Hatta bir fikrin teorisyeni bile kendi teorisine uygun davranmayabilmektedir. O yüzden sosyal hayatı kapsayıcı bir yapı oluşturmaları imkânsızdır. Ona rağmen mükemmel bir hayat nizamı sunuyormuşçasına süslenip cilalanan ideolojiler, gözlerini kamaştırdıkları halkları propagandalarla uyutmayı başarırlar. Oysa hiçbir ideoloji hayatı; itikadî, siyasi, içtimai ve ahlakî değerler bakımından kapsayacak derinlikte ve ehliyette değildir.
Bu yüzden İslam bir ideoloji değil, hayatı tüm yönleriyle kuşatan bir hayat nizamıdır. İslam yaşama dair her meselede uyum ve ahenk içerisinde kanun ve nizam koyar. Ve bu nizamın cihanşümul kuralları insanın ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap verecek niteliktedir. Bu kanun ve kurallar farklı alanlarda olsalar da birbirleri ile asla çelişmezler. O halde kusursuz ve kapsayıcı olan İslam nizamını, eksik ve hatalarla dolu ideolojilerle neden aynı kategoride değerlendirelim ki? Bu değerlendirmeyi yapanlar İslam’ı kendi ideolojileriyle aynı safa koyarak İslam’ı basitleştirmek istemektedirler. İslam’ı ideolojik bir fikre dönüştürenler, böylece İslam’ın aksiyon ve dinamikliğinden kurtulmayı amaçlamaktadırlar. Çünkü fikirden ibaret olan ve yaşanmayan bir İslam’ın zalimler için korkulacak hiçbir yanı yoktur. Oysa İslam onların uydura geldikleri şeylerden münezzehtir.

İDEOLOJİLERİN MÜSLÜMANA VERDİĞİ ZARARLAR

ideolojilerin insanlığa -ufak tefek şeylerin dışında- verdiği tahribat atom bombasının verdiği tahribattan çok daha kapsamlı ve çok daha şiddetlidir.
Hayatın her alanında bu tahribatların ya direkt kendisini ya da izlerini görebiliriz. Çünkü ideolojiler insanın Allah’la, toplumla, diğer varlıklarla ve kainatla olan normal ilişkisini bozmuş ve hayatı ilgilendiren her meselede işi yokuşa sürmüştür. Bundan dolayı da kökeni Roma ve Yunan medeniyetine dayanan ideolojiler tarih boyunca peşinden sürüklediği insanlara bir hayal vaat etmekten öteye geçememiş ve insanlık sonunda acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmıştır.
İdeolojilerin insanlığa verdiği “ortak” zararları birkaç başlık altında inceleyeceğiz.
1- İnsan ile Allah’ın Arasını Ayırması: İdeolojiler Allah’ı sosyal hayattan uzaklaştırarak, yerine kendi prensip ve kurallarını koyma gayesindedirler. Hayatı idare etme düşüncesi insanın başını döndürmüş ve böylece kontrolünü kaybeden insan, Rabbine karşı bir hasım kesilmiştir
 Bunun neticesinde hayat doğal seyrinden çıkmış ve insan için kaçınılmaz bir felaketin kapıları açılmıştır. Hayatın tüm alanlarında nefis, şehvet, ihtiras ve şeytanî düşünceler hakim olurken birey ve toplum bir uçuruma doğru sürüklenmektedir. İdeolojiler sebebiyle dünyada fitne ve fesat yayılmakta, cahiliye modern bir kılıkta yeniden sahte ilahlarını piyasaya sürmektedir.

2- Fikir ve Düşüncenin İlahlaştırılması: Fikir ve düşünceden ibaret olan ideolojiler, yerleştiği toplumlarda kontrolü ele geçirmekte ve modern diktatörlükler kurmaktadır. Avrupa ortaçağ derebeyliklerinden kurtulmuş olsa da ideolojiler sanayi devrimiyle birlikte büyük bir deve dönüşmekte ve insanlığın şeref ve onurunu sürekli tehdit etmektedir. Çünkü yeni dünya düzeninde -gerek kapitalizm gerekse de sosyalizmde- kölelik şekil değiştirmiş, özgür düşünce ve fikir hürriyeti lafta kalarak toplum kravatlı köleler yığını haline getirilmiştir.
İdeolojiler bir yandan hızla yayılırken bir yandan da ahtapot misali tüm dünyayı kolları arasına alarak amansız bir şekilde sömürmektedir.

3- Açlık ve Sefalet: Kapitalizmin sınır tanımaz ve acımasız kuralları rekabet denilen canavarı doğurduğunda insanlığın talihi değişmiş oldu. Çünkü kazanç için her yolu meşru gören bu düzen insanın kendi öz babasını bile rakip olarak telakki etmesini gerekli kılıyordu. Her şeyin kazanç elde etmeye endekslenmesi modern tefeciliği yani faizli bankacılığı doğurmuştur. İdeolojilerin doğurduğu her yeni fikir, insanlığın ahlakî değerlerinin her bir yanının ölmesi demek oluyordu.

4- Zulüm ve İşkence: Yöntemleri farklı olsa da tüm ideolojiler toplumu hizaya getirme ve bu şekilde kendi kurallarına itaat ettirme esası üzerine hareket ederler. Bir birlerinin zıddı olarak bilinen kominist ve faşist ideoloji bile bu ortak payda da buluşurlar. Hak, hukuk ve adalet söylemleriyle ortaya çıkan ama Orta Asya’nın eli kanlı jandarmasına dönüşen Rusya, bölgede on yıllarca azgınlık göstererek insanlığa zulmetti. Sömürüye ve haksızlığa son vereceğini vadeden bir ideoloji, en büyük azgınlık örneklerini ve sömürü şekillerini kendisi sergiledi. Dine ait olan her şeye savaş açıldı. Müslümanlar inançlarından dolayı toplu katliamlara tabi tutuldu ve tutulmaya devam ediyor.
Öte yandan Kominizme tepki olarak ortaya çıkan faşist Mussolini ve Hitlerin işlediği insanlık dışı cinayetler de ortadadır. Bu cinayetlerini işlerken faşizm, dini ideolojinin emrine vermiş; yayılma ve sömürüyü esas alarak, bu politikalar yüzünden birçok coğrafyada haksız yere savaşlar çıkarmış ve insanlığa zulmetmiştir.
Demokrasi mi dediniz! O ise kurdun kuzu kılığına sokulduğu, nazik ve kibar görünen, yer yüzünün şu anki en kanlı ideolojisi. Kominist buloğun zayıflamasıyla şuanda dünyada demokrasi hakim… Dolayısıyla yer yüzünde demokrasi hakim olduğuna göre dünyada işlenen tüm zulüm ve cinayetlerden demokrasi sorumlu değil midir? Acımasız emperyalizmin zulmüne sebep olan demokrasiden başka bir fikir midir? Demokrasi ve özgürlük adı altında batının işlediği cinayetler hangi vicdana; hangi hukuka sığar?

5-Ahlaki ve Ruhi Çöküntü: ideolojilerin insanlığa verdiği zararlar arasın da elbette en önemlilerinden biride ahlaki ve ruhi çöküntüdür. İdeolojiler çağında insanlar tarihin en ahlaksız toplumları haline getirildi. Getirildi diyorum çünkü ahlaki yozlaşma ideolojilerin istediği ve planlı olarak ortaya koyduğu bir durumdur. Ahlaken sağlam bir toplum güçlü bir toplumdur. Oysa ideolojiler güçlü toplumları istemezler. Düşünen, kafa yoran ve değerlerine sahip çıkan toplumlara karşı ideolojiler gizli bir savaş yürütürler. Bu savaşın silahı ise içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu ve çarpık ilişkilerdir.
Bu gün Batı, ideolojiler yüzünden tüm ahlaki değerlerini yitirmiş vaziyettedir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak batılı insanda biyolojik ve psikolojik rahatsızlıklar önlenemez bir artış göstermektedir. İntiharlar ve toplu cinayetler batıda olağan bir alışkanlığa dönüşmüştür. Madde bağımlılığı toplumun nerdeyse tamamını kapsarken, uyuşturucu kullanımı beyinleri düşünemez hale getirmiştir. İdeolojiler batı insanını mutlu edememiş tam tersine hayatı karamsar bir hale sokmuştur. Fakat batı insanı içinde bulunduğu felaketi anlaya bilecek ahlaki ve zihni yeteneklerini ve erdemlerini kaybetmiş durumdadır.

6- Aile Kurumunu Yok Etmesi: İdeolojiler aile kurumunu periyodik olarak ortadan kaldırmışlardır. Kadının iş dünyasına sokulmasıyla beraber, üretim aile hayatından ve çocuk yetiştirmekten çok daha önemli görülmüştür. Sanayi devrimiyle beraber başlayan bu çarpık anlayış maalesef bir kadın hakkı olarak görülmüş, üretmeyen ve iş hayatı yerine aile ve çocuklarını tercih eden kadınlar küçümsenmiştir. Boşanmalar evlilik oranlarının önüne geçmiş, aile içi şiddet önlenemez bir hal almıştır. Evlerinde huzur bulamayan milyonlarca insan ideolojilerin tuzakları yüzünden sokaklara mahkum durumdadır.
Erkeklerde ise üreten kadınlardan istifade etme eğilimi bir marifet gibi görülmüş; ahlaki değerler yerini maddi üretime bırakmıştır. Bu durumdan en büyük zararı toplumun yapı taşı olan aile ve çocuklar görürken; bu işin kaymağını ise kapitalizm yemektedir.
Görüldüğü gibi ideolojiler gayri İslamidirler ve İslamın garanti altına aldığı inanç, can, mal, nesil ve akıl emniyetini ortadan kaldırmışlardır. Dolayısıyla islamın önünde ki önemli engellerden birinin de ideolojiler olduğu çok iyi bilinmelidir.
Şunu çok iyi anlamak lazım ki ideolojiler bir birleriyle kavgalı gibi görünseler de esasında bu doğru değildir. Temelde bütün ideolojiler bir birlerini kabul ederler ve bir birleriyle rahatlıkla anlaşa bilirler. 

Batı dünyası Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin yanlış ve çağdışı dayatmalarına olan öfkesine yenilerek düşünce ve felsefeyi dine tercih etmiştir. Daha da kötüsü batılı zihniyet, felsefeyi dine tercih etmenin ötesinde bir de dine karşı savaş başlatmıştır. Bu amansız savaştan mağlup çıkan tüm insanlıktır. Zira yukarıda birkaç maddesini sıraladığımız ideolojilerin insanlığa verdiği zararlara eklenecek çok madde vardır. Sosyal hayata dair her türlü tahrifatı yapan ideolojiler, özellikle de ahlâkı bozmayı ilke edinirler. Aile ve kadın-erkek ilişkisi periyodik olarak sarsılmış toplumun hücrelerine böylece kanser bulaşmıştır.

İSLAM'IN GELECEĞİ ( İSTİKBAL İSLAM'INDIR)
Şu bir gerçek ki batı medeniyeti son zamanlarını yaşıyor. Batı medeniyetinin insanlığa verebileceği hiçbir şey zaten yoktu ve olmadığını artık herkes anladı. Bugün insanlığa vaat ettikleri sadece demokrasidir ve demokrasi kendi memleketlerinde var olduğu halde hangi sorunu halletmiştir? Bugün bütün dünyanın artık bunu konuşması icap eder. Dünya’da artık sistemlerin sorgulanması gerekmektedir. Nasıl ki faşizm sorgulandı bittiyse, sosyalizm sorgulandı bittiyse aynı şekilde bugün yeryüzünde hâkim olan tüm sistemler sorgulanmalı. (Alparslan Kuytul Hocaefendi)

Ortadoğu’daki gelişmeler özetle medeniyetimize dönüşü ve özgürlüğü isteyen gelişmelerdir. Dünyayı sömüren ve insana zarar veren batı medeniyetinden kurtulma arzusudur. Uyuyan ümmet uyanmaya başlamıştır, gelişmeler bununla alakalıdır. Allah azze ve celle verdiğimiz kefaretleri kabul etmiştir. Aşağı yukarı yüz hatta iki yüz yıldır kefaret ödüyoruz. Batıya meylettiğimizden dolayı, Allah’ı ve İslam medeniyetini terk edip, batıya benzemeye çalıştığımızdan dolayı başımıza gelmedik şey kalmadı. Bundan dolayı çok kefaret ödedik. Kendimizi kendi ellerimizle tehlikeye attık. Dünyaya meylettik kendimizi tehlikeye attık, batıya meylettik kendimizi tehlikeye attık. Bunun sonucunda da çok kefaretler ödendi. Allah bu kefaretleri kabul etti ve bunun sonucunda son elli – altmış yıldır önemli gelişmeler var ve şu andaki Ortadoğu’daki gelişmeler de temelinde buna dayanıyor. (Alparslan Kuytul Hocaefendi)

Zafer ve mağlubiyet günleri ilahî kanun gereği sürekli olarak milletler arasında döndürülmektedir. Bu kanun gereği Müslümanlar sürekli galip gelmemiş, görevlerini ihmal ettiklerinde de yenilgiye uğramışlardır. Bu Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve Müslümanlardan şehitler edinmesi içindir. Tarih bu meselenin sayısız örnekleriyle doludur. Ama tarihte Müslümanlar mağlup olsalar da hiçbir zaman bu durum asrımızdaki kadar uzun sürmemiştir.
Tarihte ümmeti sarsan pek çok acı olay yaşanmıştır. Efendimizin vefatıyla başlayan irtidat hareketleri, Hz Ali ile Muaviye arasındaki gerilim ve hatta yüzyıllar süren haçlı saldırıları bunlara örnektir. Ama bu ve benzeri hadiseler ümmeti Tevhid davasından döndürmemiş,  Müslümanlar her seferinde mağlubiyet ve yenilgiyi tez elden def etmeyi bilmişlerdir. Moğol istilasının bile yaraları çok uzun sürmemiş, tutsak Kudüs Selahattin Eyyubî’nin önderliğinde, uğradığı zulümden kurtulmuştur. Ümmet Kur’anî duruşunu bozmadığı sürece sonunda zafer ibresi hep ümmetin tarafına dönmüştür. Allah’ın hâkimiyetini savunan sağlam inançlı nesiller zaferi Allah’ın yardımından bilmiş ve Kur’an’ı sosyal hayatın merkezine yerleştirmişlerdir. Zira bu Kur’an en doğru yola götürmektedir.
Bu ümmet’in en güçlü ordular karşısın da dahi niçin yenilmediği batılılar tarafından sonunda anlaşıldı. Lord GURZON’un, yüzyıl kadar önce İngiltere meclisinde ‘Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız’ demesiyle hedef belirlenmiş oldu. Nihayetinde bu hedefe yönelik olarak son haçlı seferi -1.Dünya savaşı- düzenlendi. Şirk düzenleri daha önceki tüm saldırılardan farklı olarak hedefe Kelime-i Tevhidi koydular. Ümmetin arasında beşerî ideolojileri hızla yayarak Kur’an’ın ruhunu unutturdular. İdamlar ve yapılan devrimler bu olumsuz süreci daha da hızlandırdı. Sonunda İslam’ı gündelik hayata karışmayan laik bir din gibi anlaşılmasını sağladılar. Demokrasi,  kominizm ve faşizm gibi ideolojilerin baskısı altında kalan Müslümanlar, İslam’ın medeniyet tasavvurunu topyekûn unuttular. Allah Azze ve Celle’nin El-Melik ve El-Hakem sıfatlarının üzeri özgürlük naralarıyla karalandı. Ve sonunda tarihin en karanlık asrı böylece başlamış oldu.
Müslümanlar Tevhid davasından dönerek ilk defa böyle büyük bir günaha daldılar. Günahın büyüklüğü gelecek belanın şiddetinin habercisiydi. Günahın umumî oluşu azabı da umumî hale getirdi. Tarihin Müslümanlara karşı en karanlık, en acımasız, en vahşi saldırıları bu yüzyılda yaşandı ve yaşanıyor. Fakat verilen şehitler günahlarımıza kefaret olurken aynı zamanda da ümmetin uyanmasına vesile olmaktadır. Baskı ve zulümler İslam dünyasında ki öze dönüş hareketlerini hızlandırmaktadır.
Şok dönemini atlatan Müslümanlar kendi medeniyetlerini savunmaya başladılar. Tevhid akidesi gönüllerde yeniden kök saldı. Artık İslam’ın tek Hak olduğu ve başka hak davaların olamayacağı tüm dünyaya ilan edildi. Kendi akidesinin hakikatini anlayan ve yeniden yeryüzünde İslam medeniyetini kurmak isteyen davetçiler tüm coğrafyalar da harekete geçtiler. Filipinler’den Mora’ya, Irak’tan Çeçenistan’a, Cezayir’den Afganistan’a, Mısır’dan Filistin’e kadar İslam coğrafyasında Allah Celle Celâluhu’nun hâkimiyeti konuşulur oldu.
Tüm ideolojileri reddederek sadece İslamî hayat tarzını kabul eden bu Öncü Nesil, geleceğin de müjdesini vermektedir. Bu uyanışın engellenmesi için kurulan tüm tuzaklara rağmen artık Müslümanlar harekete geçmiştir. Batının medeniyeti ve teknolojisi karşısında komplekse kapılmayan bu öncü nesil dünyanın her köşesinde Allah’ın hâkimiyetini haykırmaktadır. Ve böylece artık asıl büyük kavga başlamıştır.
Tüm katliamlara rağmen Filistin de doğan her çocuk artık bir Musa’dır. Gazze’nin tanklara karşı savaşan eli taşlı çocukları Calut’un karşısındaki bir Davut’dur. Şeyh Ahmet Yasinlerin ümmete ders verdiği bir mekteptir Filistin… Artık hakkın aydınlık yüzü, küfrün zifiri karanlığını hepten dağıtmak üzeredir. Akan kanlar İslam davasının yeşermesi için ümmetin kılcal damarlarına cesaret ve iman pompalamaktadır. İslam coğrafyasından gelen diriliş çığlıkları bir kalbin ritim sesleridir. Gazze dünyaya meydan okurcasına direnmektedir. İslamî direniş kıtalara yayılmakta ve batı medeniyeti bunun korkusunu yaşamaktadır. Afrika’nın iç kesimlerinden Asya’nın göbeğine, Avrupa başkentlerinden Beyaz Saray’a, Çin Setti’nden Kremlin’e varıncaya kadar tüm dünyayı Tevhid davası kaplamıştır.
Artık İslam korkusu küffarın uykularını kaçırmaktadır. Çünkü dünya yeniden İslam’a gebedir. İslam dünyasındaki bu kan ve gözyaşı ümmetin yeniden doğuşunu müjdeleyen sancılardır. Bu acıların sonunda tarih sahnesine yeni bir nesil çıkacaktır. Bu kutlu ve büyük bir doğumdur. Sancıları da o nispette şiddetli ve dayanılmazdır.
Ümmet bir asır önce işlediği günahın farkına varmış ve affedilmek için büyük kefaretler ödemiştir. Milyonlarca şehidin verilmesi ve neticesinde Allah’ın dininin hâkimiyetini savunan bir neslin yetişmesi ümmeti Muhammed’in affedildiğinin bir delilidir. Artık Müslümanlar batıya sırt çevirerek kendi öz medeniyetlerine dönmeyi arzuluyor, yardım ve zaferi de yalnız Allah’tan diliyorlar.
Gelinen noktada Müslümanlar Batının medeniyet olmadığını; bilakis zulüm, sömürü, kan ve gözyaşından başka insanlığa bir şey vermediğini haykırmaktadır. Demokrasinin ve diğer ideolojilerin ipliğini pazara çıkaran bu öncü neslin artık, insan hakları eşitlik ve özgürlük hikâyeleriyle oyalanması ve uyutulması mümkün değildir. Tevhid dalgası ümmetin kalbi olan Kudüs’ten tüm dünyaya dalga dalga yayılmaktadır. Batı dünyası ise bu dalgaların altında boğulacağını artık yakînen hissetmektedir. Zira hak geldi mi batıl yıkılmaya mahkûmdur.1
Zulmedenlerin helak vakti sabahtır. “Sabah da ne kadar yakın değil mi?”İslam davetçileri beklenen sabahın bir an önce gelmesi için yola koyulmuş, gece gündüz faaliyetler yapmaktadır. Ümmeti uyandırmak ve Kur’an’ın mesajını yaymak için her şeyini feda eden adanmış dava adamlarının sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu gayretler arzın sinesine düşmüş ve birçok coğrafyada filizlenmeye başlamıştır. Bir asırdır sabrederek mücadele veren Müslümanlar bu mücadelenin meyvelerini toplamaya çok yakındırlar. Ümmet Kur’an’ın en önemli mesajı olan Allah’ın hâkimiyetinin gerekliliğini anladığında iki milyarlık İslam âleminde ve bunun neticesi olarak tüm dünyada yeryüzünün en büyük devrimi gerçekleşecektir. Ben inanıyorum ki zulmedenlerin helak vakti yakındır ve yeryüzü bir gül bahçesine dönüşmek üzeredir. Çünkü iman, cesaret ve mücadele bizden yanadır…

Yorumlar