TESLİMİYET


AYETLER
  •         “Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasûlü’ne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği tek söz, “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte onlar felaha erenlerin ta kendileridir.”     (Nur Suresi 51)
  •   “Mü’minler, Allah’tan kendilerine bir emir geldiği zaman şöyle derler: “Ey Rabbimiz! İşittik ve itaat ettik. Senin mağfiretine (bağışlamana) sığınıyoruz. Ey Rabbimiz, dönüş Sanadır.” (Bakara, 285)
  •          “Hayır, öyle değil; Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
  •          İbrahim (a.s.)’e Rabbi “Teslim ol” dedi, O da “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum” dedi.  (Bakara, 131)
  •      “Babacığım emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” (Saffat, 102)
  •          "Ben ve insanlar şuna benzeriz: Bir adam vardır, ateş yakar, iyice parlayınca, kelebekler ve öbür yaratıklar gelip o ateşe düşerler. Adam da durmaksızın onları ateşten kurtarmaya çalışır. işte ben de, belinizden tutup sizi kurtarmaya çalışıyorum, siz ise o ateşe girmeye yelteniyorsunuz."  (Buhârî)
  •          “İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslam'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip razı olanlar duyar.” (Müslim)
  •          "Ümmetimin bozulması zamanında kim sünnetime sımsıkı sarılırsa, şehîd sevabı alır." (Taberânî)

  •   Nice insanlar, bir takım meselelerde Allah (c.c.)’a teslim olmuş olsa bile başka bazı meselelerde Allah (c.c.)’a teslimiyeti başaramamışlardır. Namazı kılar, orucu tutarlar ama zekâttan kaçabilmek için bazı mazeretler bulur ve o meselede Allah (c.c.)’a teslim olamazlar veya bazı insanlar namazı kılar, orucu tutar, zekâtı da verirler belki ama onlar da cihad dendiği zaman ondan kaçarlar. Hâlbuki Allah (c.c.)’a teslimiyet bütün meselelerde olmak zorundadır. Her meselede teslim olmuşsanız, gerçekten teslim olmuşsunuz demektir. Allah (c.c.) Furkan Suresinde; “Peygamber dedi ki: Ey Rabbim benim milletim bu Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş bir halde) bıraktılar” ( Furkan, 30) Benim bu milletimin kâfir olanları Kur’an’ı tamamen terk ederken Müslümanları ise bir kısmını terk etti. Kendilerine kolay gelenleri yaptılar, zor gelenlerden kaçtılar. Kendilerine kolay gelende teslimiyet gösterip zor meselelere gelince teslimiyet göstermediler.
  •   Bazı insanlar Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek demişlerdi ki: “Ya Rasulallah, biz namaz kılmasak olmaz mı?” Pazarlık yapmak istiyorlardı âdeta. Hâlbuki imanda, farz ve haramlarda pazarlık olmaz. Teslimiyet de budur; şartsız, pazarlıksız ve gönülden itaat. Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki; “Rükûsu olmayan bir dinde hayır yoktur, namazı olmayan bir dinde hayır yoktur.” (Ebu Davud no: 3026) Bir kısım insanlarda gelmiş ve demişlerdi ki; “Ya Rasulallah, her şeye tamam da şu zekâtla cihad bize farz olmasa olmaz mı? Zekât vermekte zor cihada gitmek de zor geliyor bize, zekâtı ve cihadı bizden kaldırsan.” O meselelerde teslimiyet gösteremiyorlardı, Allah Rasulü (s.a.v.) bu gibi teklifleri reddediyordu. Onun, Allah’ın hükümlerinden başka bir şey demeye hakkı da yoktu. Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki; “Zekât yok, cihad yok! Ne ile gireceksin cennete? (Müsned, V, 224) Rasulullah böyle bir şeyin mümkün olmadığını, imanın teslimiyet olduğunu, teslimiyetin de şartsız, pazarlıksız ve gönülden itaat olduğunu anlatmak istiyordu.
  •  Allah (c.c.) bütün insanlardan, bütün meselelerde teslimiyet ister, anlasalar da, anlamasalar da teslimiyet göstermelerini ister. İçkinin haram olmasının sebebini anlamayabilir insan, ama teslimiyet göstermesi gerekir. Ve yine bir kadın Allah (c.c.)’ın kendisine örtüyü emretme sebebini anlayamayabilir veya bu kendisine yanlış da gelebilir. Fakat Rabbim emrediyor deyip o şekilde örtünmesi gereklidir. İşte teslimiyet budur. Nice insanlar vardır ki onlardan şöyle sözler duyarsınız: “Dinin bütün emirlerini anlıyorum da faizin haram olmasını anlayamıyorum.” Fakat Allah (c.c.) anlamasanız da teslimiyet istemektedir. Bize bu örnekleri anlatıyor ki teslim olmayı öğrenelim. İman da bundan ibarettir.
  • İbrahim (a.s.)’e Rabbi “Teslim ol” dedi, O da “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum  (Bakara, 131) dedi. Allah İbrahim (a.s.)’i ne ile imtihan ettiyse hepsini de kazandı. Rabbi, teslimiyetin sembolü olan İbrahim (a.s.)’e bir rüya göstermişti. Dedi ki: “Ey Oğulcağızım, ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.”5 Peygamberlerin rüyası bizim rüyalarımıza benzemez, peygamberlerin rüyası vahiydir. O yüzden Peygamberler rüyalarında emredileni yapmak zorundadırlar. Oğlu İsmail’e: “Bak bakalım evladım ben böyle gördüm rüyamda, senin görüşün nedir, sen ne diyorsun?”diyordu. Bir baba bunu evladına söylerken nasıl zorlanmıştır kim bilir? İbrahim (a.s)’in yerine koyun kendinizi. Yıllarca beklemiş, Rabbim bana salih bir evlat ver diye dua etmiş, bir İsmail’i olsun istemiş ve bu duasının sonucunda Allah ona bir evlat nâsip etmiş. 80-90 yaşlarında, dede olacağı bir yaştayken baba olmuş ve Allah kendisine, oğlunu keseceksin diye emrediyor. Bunu bir baba evladına nasıl söyler?
  •  İşte Kur’an bu yüzden sürekli bize İbrahim (a.s.)’i Allah (c.c.)’ın nasıl imtihanlardan geçirdiğini ve o imtihanları nasıl kazandığını anlatır. Evladı da onun gibidir. “Babacığım emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” (Saffat, 102) demektedir. Hz. İbrahim (a.s.)’e ne kadar zor ise Hz. İsmail (a.s.)’e de o kadar zordur bunu söylemek. “Rabbin mi emrediyor bunu sana?”, “Evet bana bunu Rabbim emrediyor”. “O halde O’nun dediğini yap babacığım.” Bu şekilde ikisi de Allah (c.c.)’a teslimiyet içerisinde yapmaları gerekenleri yaptılar. Hz. İbrahim (a.s.) eline bıçağı almış, İsmail (a.s.)de yere yatmış bekliyordu. Allah’ın kastı ise sadece onlara teslimiyeti öğretmekti. Onlar Allah’a teslim olacaklar, teslimiyetin örneği olacaklardı. 
  •  Hakikî iman, insana teslimiyet duygusu verecektir. Hakikî imana ulaşmamış insanda teslimiyet duygusu gerçekleşmez. İnsanda teslimiyet varsa ‘iman vardır’ denilebilir. İşte Hz. İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.) de olduğu gibi. Elbette ki evlat sevgisi Allah (c.c.)’tandır, fıtrîdir. Fakat görevleri yapmaya engel olacak kadar ileri seviyede bir evlat veya eş sevgisi Allah (c.c.)’tan değil, nefistendir. İşte Allah bunu normale indirmek istiyordu. Kurban bayramında koyunlarınızı keserken İbrahim (a.s.)’i hatırlayacaksınız. İsmail (a.s.)’i kesmek demek, sevdiğin şeyleri Rabbin uğrunda feda etmen, Rabbin uğrunda şehvetlerini kesmen, iradeni bırakıp Allah (c.c.)’ın iradesine teslim olman demektir. Bu şekilde meseleye bakmayanlar hakikî olarak kurban kesmiş olamazlar. Herkesin bir İsmail’i vardır. Kiminin İsmail’i eşi, kiminin İsmail’i malı veya makamı, yani dünyada en çok sevdiği şeydir. Kurban keserken herkes kendi İsmail’ini feda etme niyetiyle kesmelidir.



HADİSLER


SAHABEDEN TESLİMİYET ÖRNEKLERİİbn Abbas (r.a.)’dan gelen bir rivayette der ki: “Bir münafık ile bir Yahudi arasında husumet vardı. Yahudi: ‘Haydi gel, Muhammed’e gidelim’ derken, münafık: ‘Hayır, gel Kâ’b bin el-Eşref’e gidelim’ demişti. Ancak, Yahudi’nin ısrar etmesi üzerine münafık Hz. Peygamber’in huzurunda muhakeme olunmayı kabul etti ve onunla birlikte Hz. Peygamber’in huzuruna vardı. Hz. Peygamber, Yahudi’nin lehine hüküm verdi. Rasulullah’ın huzurundan çıkarlarken münafık: ‘Ben bu hükme razı değilim. Haydi, gel Ebubekir’e gidelim’ dedi. O da Yahudi lehine hüküm verdi. Münafık buna da razı olmayarak: ‘Haydi gel, Ömer’e gidelim’ dedi. Hz. Ömer’in yanına gittiler. Yahudi, Hz. Ömer’e: ‘Peygamber’e gittik, onun verdiği hükme razı olmadı. Sonra Ebubekir’e gittik, onun verdiği hükme de razı olmadı’ diyerek durumu anlattı. Hz. Ömer, münafığa: ‘Öyle mi?’ diye sordu. Münafık ‘evet’ dedi. Hz. Ömer (r.a.): ‘Öyleyse ikiniz, ben yanınıza gelinceye kadar biraz bekleyin. Şimdi hemen gelip aranızda hükmedeceğim’ diyerek eve girdi. Kılıcını alarak münafığın boynunu vurup onu öldürdü ve dedi ki: ‘Allah’ın hükmüne ve O’nun Rasûlü’nün hükmüne razı olmayanın hakkında işte ben, böyle hüküm veririm!’ Yahudi kaçtı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” Bu olay üzerine Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Ömer’e hitâben buyurdu ki: “Sen Fâruksun! (Hakla bâtılı ayıransın)” İşte Hz. Ömer, o günden itibaren “el-Fâruk” diye isimlendirildi.”  (Müslim,)

İslâm, tarih boyunca Allah’ın insanlara gönderdiği dinin genel adı olup, kelime manası olarak boyun eğmek, teslim olmak, itaat etmek manalarına gelir. Allah Azze ve Celle’nin Hz. Peygamber’in rehberliğinde öğrettiği hayat tarzı, en son ve mükemmel şeklini almış, O’nun uyguladığı ve öğrettiği hüküm ve düzenlemeler, kıyamete dek tek nihaî otorite olarak önümüze sunulmuştur. İmtihan için gönderilen insanoğlunun bu otoriteye teslimiyeti veya isyanı, onun ahiretteki durumunu şekillendirecektir. İnsan kendisine ilham edilen ‘takva’ ve ‘fücur’dan hangisini harekete geçirirse, ona göre karşılığını görecektir.
İnsanlık tarihinin zirve şahsiyetleri olan Peygamberler, Allah’a yaklaşma, teslimiyet ve takvanın en önde gelen kişileri olarak göze çarparken; Peygamberlerin getirdiği hayat nizamını reddeden, isyanı, tuğyanı ve fücuru bayraklaştıranlar ise esfele sefilin (aşağıların aşağısı) olanları temsil etmişlerdir. Diyebiliriz ki teslimiyet insanı yükseltmekte, tersi ise alçaltmaktadır.
Teslimiyet, inanmanın da itaatin de ötesinde bir kavramdır. Rabbinin emir ve yasaklarına, O’ndan gelen her şeye kayıtsız-şartsız gönülden kabule dayanmaktadır. Kalbinde şüphelere, acabalara yer vermeksizin, yolun sonunu (zafer veya yenilgi) bilmeksizin Rabbanî yola girmek, bu yolda başına gelenlere gönülden sabretmek, hiçbir zaman eyvah dememektir teslimiyet. Tıpkı Hz. Musa’nın, Firavun ordusu ve deniz arasında sıkışıp kalındığında “eyvah yakalandık” diyen kavmine dönüp de “Hayır! Şüphesiz Rabbim benimle beraberdir, bana yol gösterecektir” dediği gibi diyebilmektir tevekkül ve teslimiyet. Böyle bir teslimiyetin ardından deniz yarılıyor ve yol açılıyor…
Teslimiyet denilince akla ilk gelen Hz. İbrahim ve ailesidir. Rabbi onu defalarca imtihanlardan geçirdi. Ateşe atılırken Rabbine tevekkül ediyor ve halini Allah’a arzediyordu. Her insan gibi ateşin yakıcılığını biliyor ama o ateşin kendisine (teslimiyetinden dolayı) serin ve selamet olacağını bilemiyordu. Onun bildiği tek gerçek, her şartta âlemlerin Rabbine teslim olması gerektiğiydi. Gerisinin bir önemi yoktu çünkü. Teslimiyetin göstergesi bu yola kurban olmaktan, her şeyini bu yola adamaktan geçiyordu.
Hz. İbrahim’in imtihanlarına bakıldığında, bu imtihanların giderek zorlaştığı göze çarpmaktadır. Ateşle imtihanı, hicrete zorlanması, eşi ve çocuğunu çöle (bu günkü Mekke civarına) bırakması ve en sonunda oğlunu kurban etmesinin istenmesi. Bunların her biri birbirinden zorlu imtihanlardı. Ateşle imtihanında kurban kendisi iken, sonraki imtihanında kurban, yıllar yılı özlemini çektiği, ihtiyarlık yaşında kavuşabildiği uysal tabiatlı, biricik oğluydu. İsmail sevgisi Hz. İbrahim’in kalbinde yer etmişti. Şüphesiz bir baba için oğlunu kurban etmek, çok daha büyük bir imtihandı. Belki de Hz. İbrahim kendisi ateşe atılırken bu kadar zorlanmamıştı. Çünkü kendisini ateşe atanlar, Allah’ın otoritesini tanımayan zalimlerdi. Ama şimdi kendisinden oğlunu kesmesi isteniyordu. Emri veren, teslim olduğunu ifade ettiği âlemlerin Rabbi idi ve Hz. İbrahim’in bu teslimiyeti göstermesi gerekiyordu.
“Nihayet çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince, İbrahim ona: ‘Yavrucuğum ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım ne dersin?’ dedi. O da: ‘Babacığım sana emredileni yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın!’ dedi.”Hz. İbrahim’in evladına sorması, oğlunun da Allah’a teslimiyetini ve yükseltmesini sağlamak içindi. Yoksa evladı ‘hayır yapma’ deseydi yine de kendisine verilen emri gerçekleştirecekti. “Emredileni yap” cevabı, aynı zamanda yıllar önce Hz. İbrahim’in Rabbinden istediği salih evladın İsmail olduğunu da tescil etmiş oldu.

Seçilmişler, Rabbi uğruna her şeylerini ortaya koyarak feda edebilme kabiliyetine sahip, sevmenin ve sevilmenin, “teslim oldum” diyebilecek ağır bedelleri olduğunu bilen kişilerdir. Hz. İbrahim Aleyhisselam, olması gereken teslimiyeti gösterdi, kurban olan Hz. İsmail de. Bu olayları sezinleyen ve olacakları kabullenen Hz. Hacer de. Kendilerinden sonraki nesillere zor ama başarılmış bir imtihanı miras bırakarak teslimiyetin zirvesini gösterdiler el birliğiyle. Bizlere Allah’ın yoluna nasıl kurban olunacağını öğrettiler.
Hz. İbrahim’in şahsında gerçekleşen bu hâdise, Allah’ın hâkimiyetini yeryüzünde ikame etmekle yükümlü olan bizlere ne ifade etmektedir? Bugün bizden evlatlarımızı kesmemiz istenmiyor elbette. Ama bilinmelidir ki, herkesin dava yolunda kendisine engel olan bir İsmaili vardır ve onu tespit edip kesmedikçe yükselemeyecektir. Çünkü İsmailimizi bulup da kestiğimizde, bileceğiz ki bu kurban, Rabbimizle aramızdaki engelleri kaldıracak ve bizi Allah’a daha çok yaklaştıracaktır. Bu anlamda bıçağı kurbanlık koçun boynuna değil, birer İsmail hükmünde olan içimizdeki dünya sevgisine, dünyaya mıhlanmış ayaklarımıza, nefsî prangalarımıza ve bizi mesuliyetlerimizden alıkoyan mazeretlerimize değdirmeliyiz. Çağın İbrahim’i olup, bir yandan şirkle mücadele etmeli, bir yandan da bizi bu mücadeleden alıkoyacak sebepleri (İsmailleri) ortadan kaldırmalıyız.
Merhum Ali Şeraiti diyor ki: “İbrahim gibi İsmailini seçip Mina’ya getirmelisin. Kimdir İsmailin? Kendin bileceksin, başkalarının bilmelerine gerek yok. Karın olabilir, yeteneğin, işin, cinsiyetin, gücün, rütben, mevkiin vs. olabilir. Hangisi olduğunu bilmiyorum fakat İsmail İbrahim’in yanında ne kadar sevgiliyse senin yanında da o kadar sevgili olması gerekir! İsmailin bazı göstergeleri; hürriyetini senden alan ve görevlerini yapmana engel olan her şey, seni eğlendiren, gerçeği bilme ve duymadan alıkoyan, sorumluluğu kabul etmekten çok, seni özür aramaya iten her şey ve yalnızca ileride desteğini almak için seni destekleyen herkestir. Onu hayatında arayıp bulmalısın. Eğer Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak istiyorsan, İsmailini Mina’da kurban etmelisin…”
Allah’a kurbanlarımızı sunarken takva sahiplerinin yaptığı gibi en güzel şekilde ve en kıymetli olanlarından seçmeliyiz. Adağımızı sunarken, İmran’ın karısı Hanne gibi en kıymetli hazinemizi sunsak bile; “Rabbim bunu benden kabul buyur” yaklaşımı içerisinde, Allah’ın en güzeline layık olduğunu bilmeliyiz. Elimizden gelenin en güzelini ortaya koysak bile ‘acaba Rabbim kabul eder mi’ hassasiyetinde olmalıyız. Çünkü Allah Azze ve Celle ancak muttaki olanların adağını kabul etmektedir. “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, ‘Andolsun seni mutlaka öldüreceğim’ demişti. Öteki, ‘Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder’ demişti.”
“Aralarında hüküm vermek için Allah’a ve Rasûlü’ne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği tek söz, “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte onlar felaha erenlerin ta kendileridir.”   (Nur Suresi 51)Yüce Allah mezkur ayette üç hususa dikkatlerimizi çekmektedir:1- Hayatımızın tüm meselelerinde Allah ve Rasulü’nün koyduğu hükümleri ana referans kaynağı kabul etmek imanımızın gereği ve tabii bir sonucudur.2- Allah ve Rasulü’nün verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sıkıntı ve rahatsızlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmek.3- Kurtuluşa, felaha, esenliğe erecek olanlar, ancak Allah’ı yegâne otorite ve tasarruf hakkı sahibi olarak tasdik eden tevhid ve teslimiyet erleridir.Zihin ve gönül dünyamızda kıyametler kopartan, ayetin ruhu mesabesindeki en çarpıcı ifade şüphesiz yani işittik ve (anında, hemen) itaat ettik ifadesidir. İşte âlemlerin Rabbine gösterilecek sözlü, kalbî ve fiilî teslimiyet; sormadan, sorgulamadan, birilerini hoşnut etmeyi hedefleyen entellektüel, rasyonel zorlama akıl yürütmelerle zihnimizi yormadan, hatta belki bazen hiç anlamadan ve niçin anlayamadığını sorun etmeyerek gösterilecek bir teslimiyet. Bu teslimiyet, Seyyid Kutub´un ifadesiyle tereddütsüz, tartışmasız ve kıvırmasız duyup itaat etmenin ifadesidir. Gerçek hükmün Allah ve Peygamberin hükmü olduğuna, gerisinin ihtiraslardan kaynaklandığına olan kesin inancın oluşturduğu, duyup itaat etmenin ifadesidir. Bu tavır Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaktan kaynaklanır.
“Siz ey İslam’ın ak yüzü olan muvahhidler! Sizin örneğiniz, Efendimizin en yakın dostu, dava arkadaşı ve hicret yoldaşı Ebubekir Sıddık olsun. Mekkeli müşrikler Miraç mucizesini inkâr edip alay konusu etmekle kalmamış aynı zamanda anti-propaganda malzemesi olarak kullanmışlardı. Amaçları sahabenin Efendimize olan iman, teslimiyet, sadakat ve bağlılığını kırmaktı. Bu niyetle Miraç´ın hemen ertesi günü Ebubekir´e gitmişler ve “Dostunun anlattığı şu yeni olay hakkında, yani gökyüzüne götürüldüğüne ve Allah tarafından kabul edildiğine dair sözleri hakkında ne düşünüyorsun” diye sormuşlardı. Ebubekir Sıddık ise Efendimizin başından geçenleri onun ağzından dinleme fırsatı bulmamış olmasına rağmen söyle cevap vermişti: “Onun söylediği her şeyin doğru olduğuna inanıyorum.” (Muhammad Hamidullah, İslam Peygamberi)
Mü’minler, Allah’tan kendilerine bir emir geldiği zaman şöyle derler: “Ey Rabbimiz! İşittik ve itaat ettik. Senin mağfiretine (bağışlamana) sığınıyoruz. Ey Rabbimiz, dönüş Sanadır.” (Bakara, 285) Allah’ın emirleri karşısında alaycı bir tavır takınan, Yahudileşenler de “işittik ve isyan ediyoruz”( Bakara, 93) derler ve seviyelerinin ne kadar alçak olduğunu ortaya koyarlar.
Mü’min kendi görüş, davranış ve seçme tercihini Rabbinden yana kullanır, Rabbinin doğru hükümlerine teslim olur. Her konuda O’nun ölçüsüyle hareket eder, O’nun emirlerine boyun eğer. Peygamberi aracılığıyla gönderdiklerine itaat eder. “Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık mü’min erkekle mü’min kadına, o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne isyan ederse (karşı gelirse) apaçık bir sapıklığa düşmüştür.”
Üstad Bediüzzaman iki cihan saadetinin ancak Allah’a tam bir teslimiyet ile mümkün olacağını veciz bir şekilde şöyle ifade ediyor: “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.”
Mü’min olarak vazifemiz, Allah’a ve elçisine kayıtsız şartsız itaat etmek, bunun için de İslâm’ı aşkla şevkle yaşamaktır. Biz ona, sevmek ve teslimiyet düzeyinde itaat etmek için iman ettik. Eğer kişisel hayatımızı, ailevi yaşantımızı, iş ve davranışımızı Peygamberimiz’in yaşayışına uygun hâle getirmezsek, sosyal ve siyasal hayatımızı onun tebliğ ettiği ve bizzat yaşayarak örneklerini sergilediği sisteme göre tanzim etmezsek, ona inanmamızın ne anlamı olacaktır? Kendi arzularımızı mâbutlaştırdıktan, şunun bunun ardından sürüklendikten, toplumun olumsuz etkilerine tâbi olduktan sonra, Aziz Peygamberimiz’e iman etmenin pratik hayatta elbette ki hiçbir önemi kalmayacaktır.

ALPARSLAN KUYTUL HOCAEFENDİNİN “İMAN VE TESLİMİYET” KONFERANSINDAN ALINAN NOTLARDIR.








Rabbim hakkıyla kendisine kulluk edenlerden ve teslim olabilenlerden eylesin bizleri…








İLGİLİ VİDEOLAR ;







Yorumlar